30 Temmuz 2011 Cumartesi

KOLEJLİ KIZ



Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadar yakındılar.. Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. 

Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karsıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karsıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü..
Kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.. "anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.. Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendiside günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karsısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karsısına çıkmıştı.. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karsısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karsı bos değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu isler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabii" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sende gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.." "Mutluluk iste bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk iste bu.." ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser günü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle..

Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. inanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken -o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu iste elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine döküldü.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, sakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.." Hayır, aramayacaktı.. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar bası bos dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis kösesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii..ilk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. ikinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı..

Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu.. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu iste.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında.. Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karsıdan geldiğini gördü. koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..

"Ne hasta beklerdi sabahı
Ve ne genç ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."

Ertesi gün Öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karsıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu iste.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. Oda heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, bende senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondanda hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de su anda, onu terketmem için bir sebep yok." "O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden.. Yıllarca sonra Levent'in söyleyeceği şarkıda ki Sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi..

Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. iki dörtlüktü şiir.. _iki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu.. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti.. Bir gün delikanlı kızı aniden karsısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi. "Günlerdir seni arıyorum.iste sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.." "Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı.. "Yaaa!.."Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "Bu da sonu onun.." Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..

"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."

Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun Bekleyiş mi öldürmüştü askını?. Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yasayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmiş miydi, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, delikanlı, bendim!..

16 Haziran 2011 Perşembe

Hepimiz Ermeniyiz,Hepimiz Hirant'ız Diyenlere;

Yer: Azerbaycan, Hocalı
Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş 
olan iki Ermeni yazı tura atıyordu.
Bu kanlı kumarı yaklaşık 100 yıl önce Anadolu toprağında Kars'ta 
Ağrı'da Van'da Erzurum'da da ataları oynamıştı.Onlardan duymuşlardı.

Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın 
görünüyordu. Çaresiz kadın bir hazan yaprağı gibi titriyordu. 
Elbiseleri yırtık, ayakları çıplaktı...
Ermenilerin uzun boylu olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı otomatik 
tüfeğinin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkartırken,diğeri 
elindeki demir parayı havaya attı:
-Akçik, manç?.. (Kızmı, oğlan mı?)
--Akçik... (Kız)
Bu cevap üzerine 'oğlan' diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura 
ile hamile kadının karnını bir hamlede yarıp çocuğu çıkarttı.Kan 
bürülü gözleri bebeğin kasıklarına kilitlendi.
-Tun şahetsar,ınger... 
(Sen kazandın,yoldaş)
--Yes şahetsapayts ays bubrikı inç bes bidigişdana... (Ben kazandım ama 
bu bebek nasıl beslenecek?)
--Mayrigı bedge gişdatsine.(Annesi besleyecek elbette) Bunun üzerine 
daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği 
annesinin göğsüne yapıştırdı:
--Mayrig yerahayin zizdur. (Çocuğa meme ver)
Aynı dakikalarda Hocalı'nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı 
hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın başını kale direği yapmışlar, 
top arayışına girmişlerdi.Başı tıraşlı bir çocuk bulup getirdiklerinde 
ise Ermeni çeteci sevinçle bağırdı:
--Asixn ma/,çimi yev bızdıge, aveg gındırnadabidi. Gıdıresek...
(Bu hem saçsız hem de küçük,iyi yuvarlanır. Kopartın...) Aynı anda 
çocuğun gövdesi bir tarafa,başı da orta yere düşmüştü...
Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk 
başına vurarak kanlı bir kaleye gol atmaya çalışıyordu.

Bu iki olay Hocalı'da bundan çok değil yalnızca 14 yıl önce 
yaşandı.Her iki olay da ermeni çetecilerin katliamlarına bizzat şahit 
olan görgü tanıklarının anlatımlarıdır. Ne yazık ki 26 Şubat 1992 günü 
binlerce Azeri türlü yöntemlerle vahşice katledilmiştir.
Ajanslar,katliam haberini bütün dünyaya hızla geçerken, arşı titreten 
ağır bir vahşet yaşanan Hocalı halkından geri kalanlar ise çaresizlik 
içinde kıvranıyordu. Türkiye'de büyük bir dehşet uyandıran katliama 
ilişkin ilk görüntüler ise TRT aracılığı ile duyurulmuştu. Bütün 
olanları batılı gazeteciler, özellikle de New York Times belgeledi. 26 
Şubat'ta güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile 
Hankendi'nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 
366'ncı Rus Motorize Alayı, Hocalı'ya saldırarak tarihin en vahşî 
katliamlarından birini yaptılar. 26 Şubat gecesi Rus motorize alayının 
tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı 
kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen 
kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, 
çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce 
katlettiler. Ermenilerin işgal ettikleri Hocalı'da dehşet verici 
olaylar yaşandı. Canlı canlı insanların kafa derilerini yüzdüler, sağ 
olarak ele geçirdiklerini ise sistematik bir işkenceye ve tıbbî 
deneylere tâbi tutarak, insanlık dışı muamelelere maruz bıraktılar. 
Hızar ve testereler ile diri diri insanların kol ve bacaklarını 
kestiler. Genç kızların önce saçlarını,sonra da kafa derilerini 
yüzdüler. Babanın gözü önünde evladını,evladın gözü önünde babayı 
kurşunlara dizdiler. Kesik kafaları sepetlere doldurdular.
Peki neydi bu düşmanlık?
Ermenistan'daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye'nin 12 
ili yer almaktayken, Ermenistan'ın bayrağında Türkiye hudutları 
içindeki Ağrı Dağı'nın resmi varken, Ermenistan Millî Marşı'nda 
'Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için 
ölün,öldürün' denmekteyken, başkaca bir neden aramaya zaten gerek yok 
sanırım.
Dağlık Karabağ Bölgesi'nde bulunan Hocalı'ya, eski Sovyet İttıfaki 
Silahlı Kuvvetleri'ne ait 366.Alay'ın desteği ile Ermeni Sılahlı 
Kuvvetleri tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan 
Türk'ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp 
sayısının bu rakamların çok çok üstünde olduğu bilinmektedir. 56 
hamile kadın karnı yarılmış durumda bulunmuştur. Bu alçak saldırıda 
487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan 
nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarmış ancak bu olayın 
tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamamıştır. 
Şahitlerin anlattıklarını dinleyenler önce kulaklarına inanamadı. 
Fakat katliam sonrası Hocalı'ya girdiklerinde ise, görgü tanıklarının 
abartmadığını kısa sürede anladılar. Hocalı'da katliam bölgesini gezen 
Fransız gazeteci Jean-Yves Junet'nin gördükleri karşısında 
söyledikleri, katliamın boyutunu da anlatıyordu:
--" 'Pek çok savaş 
hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim,ama Hocalı'daki gibi 
bir vahşete umarım kimse tanık olmaz'"
Peki 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti;
Ermenistan Devlet Başkanı sıfatını taşıyan Robert Koçaryan denilen 
kirli katilden başkası değildi. Yaptığı terör faaliyetlerinin oranı 
nispetinde terfi eden Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert 
Koçaryan, 20 Mart 1996'da Ermenistan Başbakanı oldu. Karabağ'da barış 
istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisine daha fazla direnemeyen 
Levon Ter Petrosyan istifa edince de 30 Mart 1998 yılında ondan 
boşalan Devlet Başkanlığı koltuğuna,'Hocalı Katliamı' başsorumlusu 
olan azılı terörist Robert Koçaryan oturdu. Ermeniler Türk hamile 
kadınlarına tecavüz edip karnını hamile olduğu halde taş ile doldurup 
öldürmüşler ve küçük Türk kızlarına tecavuz edip 
öldürmüşlerdi.Ülkemizde sadece 1 ermeni öldürüldü diye yürüyüş 
yaptılar ve o kadar araştırdılar ama hiç bir insan kalkıpta bu masum 
insanlara iskence edilip öldürüldükleri için yürüyüş yapmadı.

***"Tarihe böyle not düşüle..."***

4 Haziran 2011 Cumartesi

Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim

Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Biz de soluk alıp vermedeyiz
Yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
Mesela
Bir kırçiçeğini
Çimeni toprağı börtü böceği
Kurban bayramlarında kınalı koçları
Başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
Bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
Pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları
Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Günün birinde resmi kayıtlara
Evraklara sicillere ve dosyalara geçtiyse de adımız
Fotoğrafımızın üstüne bir mühür basıldıysa da
Bir önden bir yandan göründüysek de sabıka
Kayıtlarında
Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Biz de soluk alıp vermedeyiz
Yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
Nezarethaneleri bildiğimiz kadar
Koğuş raconlarını bildiğimiz kadar
İflah etmez mapusane türküleri söylediğimiz kadar
Güzel şeyleri de biliriz kardeşim
Bir yetimin başını okşamayı
Yolda kalmışa kapımızı açmayı
Sıcak tarhana çorbası kaşıklamayı
Ve gece yarısı ansızın sıkılan üç kurşunu
Bağrımızda karşılamayı
Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Ve her ne kadar sabah namazı vaktinde
İnatla çalınırsa da kapımız
Bir mintan bir picama altı
Apar topar götürülürsek de
Bilinmez bir yere
Üç damla yaş dökerse de
İki yaşındaki oğlum
Orda öyle aniden büyürse de
Göğsüne vurursa da yumruklarını anam
Ve babam bu da gelir bu da geçer evlat
Üzülme derse de
Komşular seyre durursa da
Kapı önlerinde
Ne yapmış derse de biri
Kim bilir ne yapmıştır
Derse diğeri ötekine
Yapmıştır ulan yapmıştır
Delikanlı değil mi yapmıştır
Diye bağırırsa da biri
Yine bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Biz de soluk alıp vermekteyiz
Yani her insan gibi
Sevmekteyiz sevilecek şeyleri
Kalbim ağrıyorsa da kardeşim
Gönlüm bulanıyorsa da
Tedirginsem kuşkuluysam
Kalın kitapların yazdığına bakarsan
Acaip suçluysam
Havada hıyanet kokusu
Dışarıda pis bir sıcak
Duvarlarda yazılar
Kalbimizde acılar varsa da
Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Mektubun geldi bugün haziran
Kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından
Haberin geldi
İki damla gözyaşın sarı kağıtta
Çok bakarsın yağmur yağan da
Islak ve buğulu camların ardından bilirim
Bilirim, acı
Nasıl da topak olur oturur adam yüreğine
Ne var yani işte
İyiyim diyorum ya
İnan olsun iyiyim anne
İnsan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe
Bak üzülme
Yazıyorum bir daha
N’olur üzülme
Üzülmüyor analar
Oğulları üzülme dedikçe
Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
Biz de soluk alıp vermedeyiz
Yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
Mesela
Bir kırçiçeğini
Çimeni toprağı börtü böceği
Kurban bayramlarında kınalı koçları
Başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
Bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
Pencere kenarlarında oğullarım bekleyen anaları

3 Haziran 2011 Cuma

Hocam

http://www.hocam.com/ Bazıları sosyal sever.....

Biri büyük mü dedi ?

DÜNYADA KENDİ EVİNDE EN UZUN SÜRE YENİLMEYEN TEK TAKIM
90 MAÇ ÜST ÜSTE
1975-76 sezonunda 7.hafta altay maçı 1-2

1981-82 sezonunda 18.hafta zonguldak maçı 1-3
2-Ilk italyan takimini biz eledik avrupa kupalari'nda.
Perugia..
3-fenerin 7 sene 4 ay içerde disarda tam 22 maç biziyenememesi iki takim arasindaki bir rekordur.
4-ali samiyen'de gs'ye avrupa kupalari dahil hiç kimse 5 tane gol atmamisti... biz atana kadar tabi..
5-Bizim Liverpoolu yendigimiz sene liverpool 2 kere yenilmis,biri bize biride ligde..(NOT senesi tum dunya avrupa kupasinda finalin adi ts-liverpool olacak diyormus ama erken eslesmisiz)Liverpool o sene katildigi tum kupalari almis
6-Trabzonspor'un sampiyonlugu tarihe geçti

1979-1980 sezonunda sampiyon olan Trabzonspor tarihe geçti?


Bordo-mavili ekip, 1979-80 sezonunda 30 maçta kaydettigi 25 golle 0.833'lük gol ortalamasiyla "dünyanin en negatif sampiyonu" unvanini elde etti. Negatif sampiyonluk siralamasinda ikinci sirada bir Orta Afrika ülkesi olan Senegal'in Jeanne d'Arc takimi yer aliyor. 2000-01 sezonunu sampiyon tamamlayan Jeanne d'Arc, 26 maçta 22 gol atmis ve 0.846'lik ortalamayla Trabzonspor'u izledi. 1985 yilinda Brezilya sampiyonlugunu kazanan Coritiba'nin 29 maçlik bilançosunda 12 galibiyet, 7 beraberlik ve 10 yenilgi bulunuyor. 3. sirada bulunan Sambacilar, bu maçlara 25 gol sigdirirken, 0.862'lik ortalama tutturmus. 4. sirada bir Isveç takimi bulunuyor. 1998 yilinda sampiyonluk kazanan AIK'in 26 maçta attigi 25 gol, ortalamalara 0.962 olarak yansimis. 5. sirada 1983-84 sezonunda Katar Ligi'ni sampiyon olarak tamamlayan Al-Rayyan bulunuyor. Katar ekibi, 12 maça 7 galibiyet, 2 beraberlik ve 3 yenilgi sigdirirken, 15 gol atmis ve 1.25'lik ortalama tutturmus.
7-Türkiye Süper Lig tarihinin en yüksek bonservis bedeliyle yurt dışına futbolcu satan Türk takımı
8-Bütün şampiyonluklarını TÜRK t.direktörlerle alan tek TÜRK takımı.
A.Suat Özyazıcı:4
Özkan Sümer:2
9 Şampiyonluklarının tamamında kadrosunun tamamı Türk olan tek takım
SEZON 1975 - 1976
TRABZON SPORUN KADROSU :Mustafa, Şener, Kadir, Necati, Cemil, Bekir, Faruk, A. Yavuz, Ali Kemal, Hüseyin, Mehmet Cemil, Ahmet, Turgay SEMERCİOĞLU, Necmi, Serdar, Şenol GÜNEŞ, Tuncay, Güngör, Engin, İhsan, Hüsnü Özkara
DERECE : Şampiyonluk
----------------------------------------------------------------------
SEZON : 1976 - 1977
TRABZON SPORUN KADROSU : Şenol, Turgay, Necati, Kadir, Cemil, Bekir, Ali Yavuz, Hüseyin, ali Kemal, Necmi, Ahmet, Güngör, Selahattin, Serdar, Mehmet, Cemil, Engin, Ünsal, Hüsnü, Eyüp, Tekin
DERECE : Şampiyonluk
-------------------------------------------------------------------------
SEZON : 1978-1979
TRABZON SPORUN KADROSU : Şenol GÜNEŞ, Turgay, Necati, Hüsnü ÖZKARA, Mustafa, Tuncay, Yaşar, Mehmet EKŞİ, Serdar BALİ, Necdet, Selahattin, Cengiz, Orhan, Ahmet Ceylan, Hüseyin, Güngör ŞAHİNKAYA, Levent, Faruk
DERECE : Şampiyonluk
------------------------------------------------------------------------
SEZON : 1979 - 1980
TRABZONSPORUN KADROSU : Şenol GÜNEŞ, Turgay, Arif, Hüsnü, Mustafa GEDİK, Yaşar, Güngör, Selahattin, Tuncay, Levent, Galip, Serdar BALİ, İskender GÜNEN, İsmail, Cemil, Ahmet CEYLAN, Cengiz, Necati ÖZÇAĞLAYAN, Faruk
DERECE : Şampiyonluk
-------------------------------------------------------------------------
SEZON : 1980 - 1981
TRABZONSPORUN KADROSU : Şenol GÜNEŞ, Turgay, Necati, Hüsnü, İbrahim, Arif, Güngör, Şenol USTAÖMER, Sinan, Mustafa, İskender, Ahmet, Tuncay, Cemi, Ali, Osman DENİZCİ, Bahattin GÜNEŞ, Yşar, Selahattin, Levent, Faruk
DERECE : Şampiyonluk
------------------------------------------------------------------------
SEZON : 1983 - 1984
TRABZONSPORUN KADROSU : Şenol GÜNEŞ, Turgay SEMERCİOĞLU, Necati, Bahattin GÜNEŞ, Şenol USTAÖMER, Lemi ÇELİK, Osman DENİZCİ, Hasan VEZİR, Hasan ŞENGÜN, Kemal SERDAR, K. Osman, Güngör, İsmail HAKKI, Sinan, İhsan, İsmail, Mustafa, Mehmet, Gökhan, Levent
DERECE : Şampiyonluk
10-Türkiyede en uzun gol yemeyen kaleci şenol güneşindir. gol yememe rekoru 1129 dakikadır
11-9 sezonda 6 sampiyonluk 3 ikincilik aldığını bilmeyen yoktur
12-Süper lige çiktiktan 1 sene sonra sampiyon olan tek takim
13-En az gol yiyerek (6 gol) şampiyon olan tek takım
14-Avrupa maçlarında galibiyet sayısı mağlubiyet sayısından daha fazla olan tek takımız.

Galibiyet sayımız : Bugün itibariyle 31
Mağlubiyet sayımız : 29
Attığımız gol : Bugün itibariyle 107
Yediğimiz gol : 115
13-Türk takımlarının Avrupa Mücadelelerinde elde ettiği EN FARKLI GALİBİYET
6-0 Trabzonspor-FK Vllaznia
"Büyüklügümüzü Tartisanlara Örnekler"
--Eskiden Trabzonspor maçlarini izlemekten sıkılırdiı çünkü hep rakip kaleciyi izlerdik.(TURGAY SEREN)

--Eskiden Avni Aker'de korner kullanan takim kendini basarili sayardi.(RIDVAN DILMEN)

--Futbolculuk dönemimde Avni Aker'e çikarken ayaklarim titrerdi. (Samet Aybaba)


--"Liverpool Hatirasi"

1976-1977 Sezonu Sampiyon Kulüpler Kupasi Sampiyonu Liverpool o sezon Trabzonspor'la oynadigi ilk maçi 1-0 kaybetmis,ikinci maçta Trabzonspor'umuz yine iyi bir oyun ortaya koymus fakat tecrübesizligine yenilerek sahadan 3-0 maglup ayrilmisti Liverpool Teknik Direktörü Boby Paisley'in Ingiltere'deki maçtan sonra Ingiliz gazetecilerle basin toplantisi:

"Gördünüz iste bu takima yenilmistik,Bugünde yenilebilirdik,Allah'tan tecrübesizdiler.Bu maçtan sonra kupayi alacagimiza inaniyorum.Sanmiyorum ki bir daha böyle bir takim karsimiza çiksin..."

Evet gerçekten de öyle oluyor ve Liverpool o yil Sampiyon Kulüpler kupasini müzesine götürüyordu.Üstelik Trabzonspor'a 1-0 kaybettigi maçin disinda tüm maçlari kazanarak...

Ingiliz Gazeteciler Liverpool'un aldigi kupa sonrasi su yorumlari yaptilar:

"Evet Avrupa'nin en büyügü Liverpool fakat,en büyügü yenen tek takim Trabzonspor'u da kutlamak gerekir"...

Trabzonspor'un 36 Yilda Kazandigi Kupalar
Türkiye Ligi : 1975-76, 1976-77, 1978-79
1979-80, 1980-81, 1983-84
(toplam 6 kez)

Türkiye Kupasi : 1976-77, 1977-78, 1983-84 1991-92, 1994-95, 2002-2003, 2003-2004
(toplam 7 kez)

Cumhurbaskanligi Kupasi: 1975-76, 1976-77, 1977-78, 1979-80, 1982-83, 1994-95
(toplam 7 kez)

Basbakanlik Kupasi: 1975-76, 1977-78, 1984-85 1993-94, 1995-96
(toplam 5 kez)
"Nasil Mi Büyük Olunur?"Iste Böyle
1975-76 Sezonu Ilk Sampiyonluk Hatirasi:

Dönemin Ünlü Milliyet Gazetesi Politika Yazari Öysan Öymen Trabzonspor'un Fenerbahçe'yi yendigi maçtan sonra gazetedeki "Politika Kazani" kösesinin ismini ilk kez "Spor Kazani" olarak degistirir ve "Düzen Degisti" basligi altinda su yazilara yer verir...

-Böyyük takim,Böyyüüük Kulüp.. Nedir?

- Fenerbahçe,Besiktas,Galatasaray...Yani üç büyükler...Anlayacaginiz Istanbul takimlari...Diktatörler gibi ömür boyu basimizin taci kalmak istiyorlar...

- Neden?

- Çünkü hep onlar sampiyon olacak, yillarin monopolü degismeyecek, alisilmis düzen yikilmayacak,bozulmayacak yillar önce kadastrosu yapilan puan cetvelinin üst kademelerindeki mukaddes Mulkiye'ye onlardan baskasi yaklastirilmayacak..Ama ne oldu...biri BÜYÜK MÜ DEDİ ;)

Hayal limanına demirleyen yelkenliye

Bilseydin;baharımdı seni bana getiren 
Bir vedaya ağlayan içli melekler gibi 
Anlasaydım,ülkemden hazineler götüren 
Her bakışı öteden birini bekler gibi 
Üşüdüğüm sahrada bu deniz sanki serap 
Hep aynı dakikada dönüp duruyor zaman 
O'nsuzlukta dermanım değil,dermanım da harap 
Ey uyuyan yelkenli,ateşte sen de yan 
Tahtını en büyülü divanında bulmalı 
Açılmalı sonsuzluk sularında engine 
Fırtınalar kopsada,umudumuz olmalı 
Iimanları boyarken gökkuşağı rengine 
Yapayalnız kalıyor O'nsuz kumlarda köpük 
O'nunla damla damla kuruyor masum deniz 
Batırır en devasa gemiyi bile bu yük 
Ardında birer birer soluyor düşlerimiz 
Bilseydin;yakınında soluklanan çiçeğin 
İzlerine mahpustur çatlayan dudaklarım 
Ayinimiz sürecek o büyük vakte değin 
Hatırası köz olsa,yüreğimde saklarım

Beni Yakışına

O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.
Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.
Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
Ülkem yıkıldı heyhat!
Ordugâhım da yandı.
Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.
İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.
O'ndan başka ne varsa yandı,
Yandık sen ve ben.
O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.